Kayıtlar

Blog etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Beni Boş ver

Eskisi kadar konuşmuyorum seninle. Köşeme çekilip sana sığınmıyorum uzun zamandır. Sürekli bahsedip durduğum o umut kırıntısını arıyorum bazen, hani ben görmek dahi istemezken sürekli karşıma dikilen… Biraz hüzünle ama gurur da duyarak dillendirdiğim o sabrı yitirmeye başladım. Üstümdeki tozdan, kirden göremiyorsan eğer; her gün günü karartıp kapına gözleri parlayarak gelen o tertemiz çocuğu gör içimde. O hala aynı saflıkla bakıyor sana. Beni boş ver ama onu n’olur geri çevirme.

Gözüm Hep Yükseklerde Oldu Benim

Gözüm hep yükseklerde oldu benim. Bir şehrin kalesine çıkmayı çok sevdim. Bir apartmanın çatısı, bir gökdelenin en üst katı... Herhangi bir tepeye tırmanmayı çok sevdim. Her uçak sesi duyduğumda gökyüzüne baktım. Nereye gittiğinin bir önemi yoktu, içinde olmak istedim. Kendimi bir vincin tepesinden aşağıya bırakmak, en büyük hayallerimden birine dönüştü. Gözüm hep yükseklerde oldu benim. Özgürlüğün tanımını, kendimi yüksek bir tepeden aşağıya bırakırken hissettiklerimle yaptım. Yere çakılma gerçeğini aklıma dahi getirmeden. 

Bazen

  İçimde kocaman bir labirent var, artık giriş kapısını da bulamıyorum. Bazen geçtiğim yollardan tekrar geçiyorum, yollardaki tuzaklar değişiyor ama yolun sonuna varmadan, aslında hepsinin aynı tuzak olduğunu görüyorum. Zaman kavramı bazen yok oluyor, bazen o kadar hızlı ilerliyor ki hızına yetişemiyorum. Bazen yol çok uzun görünüyor ama ikinci adımda çukura düşüyorum, bazen de o kadar kısa görünüyor ki elimi uzatsam tutabilecekmiş gibiyken, kan ter içinde kalıyorum, yine sona varamıyorum. Bazen gürültüden başıma ağrılar girerken, bazen o kadar sessiz oluyor ki nefes alış verişimi duymaya çalışıyorum. Bazen aklımı yitiriyorum, bazen hala yitirmediğimi düşünüyor olmama gülüyorum. Bazen üşüyorum. Boğuluyorum bazen. Öfkeleniyor, sakinleşiyor, gülerken ağlamaya başlıyorum. Hatta bazen çıkıştan da girişten de vazgeçiyor, olduğum yerde kalıyorum. Günlerce, haftalarca, aylarca belki… Meydan okuduğum şeyin de, vazgeçtiğimin de kendim olduğunu idrak ediyorum, zira yolun benden haberi olduğu...

Karanlığın Aydınlığı

 Bağırmak mı sakinleştirirdi? Hayır daha çok çileden çıkarıyordu. Kırıp dökmek mi iyi gelirdi? Hayır kendimi kırıp döktüklerim gibi hissettirmekten başka bir işe yaramıyordu. Peki susmak? Evet susmak... Kendime kaç defa susarak yenildiğimi hatırlayamıyorum. Çünkü bildiğim tek şey yenilmekti. Ne kazanmıştım sahi şimdiye kadar? Bazen çok fazla takılıp kalıyordum bu konuda.  Karanlıkta daha özgürdüm sanki. Uçsuz bucaksız, aynı zamanda dipsiz karanlık... Saçmalıklarla dolu hayatımda hem en güvendiğim hem de koşulsuz şartsız sığınabildiğim tek renkti o. Ruhuma yansıyan koyuluğu, neden karamsar olduğumun en güzel açıklamasıydı. Karanlık da olsa benim renksizliğimin yanında o kadar güzel duruyordu ki.

Olsun

Kulaklarımı sağır eden sessizlikle baş başayım uzun zamandır. Gözlerimi kaçırdığım ne varsa gözlerini çekmiyor üzerimden. Ayak seslerini duyup adımlarımı hızlandırdığım her şey yolumu kesiyor, her biri engel oluyor yürümeme. Yalpalıyorum, duraksıyorum, düşüyorum hatta. Doğrulmaya çalıştığımda bir sızı yayılıyor tüm vücuduma, vücudumun her yerine eşit olmayan bir oranla. Tüm dünyanın yükü düşüyor sanki kamburumdan, göz kapaklarıma. 

Yeterince Delirdik Mi?

  Hep bir neden ararız. Doğumumuzdan ölümümüze kadar olan süreçte, kafamızın içerisinde at koşturan soruların cevaplarını bulmaya çalışırız. Kendimizle alakası olsun veya olmasın… Sorunun soruyu doğurduğu, aptal bir sonsuzluk içerisinde, aptalca bir çaba… Bulunduğu zannedilip, sürekli değişebilen cevaplar ve kat edildiği zannedilip katledilen tonlarca yol. Doğruların yanlışlara dönüştüğü, yanlışların doğrulaştırıldığı, kişiden kişiye değişen fakat dayatılmaya çalışılarak nesnelleştirme arzusu içerisine girilen katrilyonlarca fikir, fikirler… Çok fazla kafa, istemediğin kadar ağız ve tüm bunların aksine hüsrana uğratabilecek sayıda beyin mevcut. İnançlar, teoriler, ayrılıklar, zanlar, doğrular, yanlışlar, yalanlar, gerçekler ve çok daha fazlasının sürüklediği kuşkular, kuşkular ve kuşkular… Çok laflar, az işler.

Hiç

  Sonunuzu hayal ettiniz mi hiç? Hayatınızın film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçme mevzusunu… Yaptıklarınızı ve yapmak istediklerinizi, geride bırakacağınız şeyleri, varsa eğer yokluğunuzda boşluk yaratabileceğiniz insanları... Kısacık bir âna ne kadar şey sığdırıldığını gördüğünüzde, yaşadığınız duygu karmaşasının içerisinde en net idrak ettiğiniz şey; son kez gözlerinizi açmış, son kez rutinlerinizi gerçekleştirmiş, bazı yüzlere son kez bakmış, bazı konuları ertelemiş, belki de aylar sonrası için plan yapmış olduğunuz ve bu günün son gününüz olduğunu düşünmeden hareket etmiş olduğunuz olacak. Henüz dumanı tüten kahveniz, en sevdiğiniz şarkının uzaklaşan sesi, 2 nefes aldığınız sigaranın kül tablasında kendi kendine yanışı… Siz yok olduğunuzda hayatın durmayacağının ve hiçbir şey olmamış gibi devam edeceğinin en büyük kanıtı. Kendinizi ne kadar büyütmüş olduğunuzu, hayatlarında, yokluğunuz ile hiçbir değişiklik yaratamamış olduğunuz insanları gördüğünüzde, dünyanın dönme...